28 Aralık 2014 Pazar

Beyaz Türklük meselesi


Gelelim Türkiye'deki renklerin savaşına. İlk savaş aslında siyah-beyaz bir evrende geçiyor. Savaşta kötü taraf yok. İkisi de iyi. Ama niye iki renk olmak zorunda. Bunu anlamak biraz güç. Burada sosyolojik analiz yapacak halde değilim elbette. Zira gözlemlerim, benim hayatta gördüklerim, duyduklarım ve tecrübelerim üzerine inşa edilmiştir. Burada gözlemlerim üzerinden oluşturduğum düşüncelere değinmek istiyorum. Siyah ve beyazları nasıl gördüğümü aşağıdaki analizlerimde bulabilirsiniz.

Gözlem 1:
Mekan : Bağdat Caddesi
Zaman: Cumartesi
Analiz:

Bir cumartesi günü, Bağdat Caddesine gittiğiniz zaman, etraftaki insan profilini 3 kelime ile özetleyebiliriz: Kentli, Beyaz yaka, Laik. Güzel (pahalı) giyinen insanlar, son model otomobiller, etrafta sık rastlanan yabancılar (expat denilen, yabancı menşeili bir firmanın Türkiye ofisinde çalışan yabancılar). Cadde boyunca GSMH yaklaşık 40000$ civarında. Giyim kuşam, gelir, arabalar, mağazalar kısacası maddiyat ile ilgili herşey Batı standardına hayli yakın. Ancak, kültürel anlamda çok da o şekilde düşünemeyiz. Herkesin tek tip düşündüğü ve yaşadığı bir dünyadır o dünya. Bir bakıma bağnazlıktır aslında ama bu cemiyetin üyeleri pek de bunun farkına varmazlar. İnsanların birçoğu kültürel etkinliklere bile gitmek istedikleri için değil, o cemiyette bulunmanın bir gereği olduğu için giderler.  Genellikle agnostik veya ateisttir. Bu şekilde olmasının inanç hürriyeti bakımından hiçbir farkı yoktur tabi ki. Ancak inançlı olan insanlara karşı bir reaksiyon mevcuttur. İnançlı bir müslüman olduğunuzu söylediğinizde sırasıyla şaşkınlık, şüphecilik ve öfke ile karşılaşırsınız. İnancınız temellerini sarsan sorular sorarlar ve yargılar. Tabi budist, hristiyan veya musevi olduğunuzu söylediğinizde ise sırasıyla merak, ilgi ve muhabbete döner.
Bu muhitte edilen muhabbetlerde, ülkenin gidişatından memnun olmamanız ve ülke battığı anda yurtdışına kaçış için yedek bir uçak biletinizi olması şarttır. Ülkede herşey kötüye gidiyordur. Siz her ne kadar gelişen ekonomiden yararlansanız da, geliriniz iyiyse de fark etmez, ülke iyi yönetilmiyordur ve herşey kötüdür. Gelecek için karamsar olmak durumundasınızdır ve zorundasınızdır. Farklı düşünemezsiniz, analiz edemezsiniz, zira bu topluluk ona izin vermez. Eğer analiz ederseniz, farklı bir şeyler söylemek isterseniz, dışlanırsınız ve çürür gidersiniz. Herhangi bir şeyin iyi gittiğini söylediğiniz anda yaftalarla kaplanır tüm kişiliğiniz (yobaz, ezik vb.). Saygı da çok yoktur bu cemiyette mesela. Onlar gibi düşündüğünüz sürece düşünce hürriyeti, insan hakları, farklılıklara hoşgörü konuşulur, tartışılır, rakılar tokuşturulur. Ta ki farklı bir ses çıkana kadar. Hakarete varan metodlarla sizin kişiliğinizi analiz ederler. Bir de bu topluluk açlığa dayanamaz. Kıtlıktan çıkmış gibi tüketirler herşeyi. Gittikleri heryere İstanbul'daki habitatlarını götürmek isterler. Yazın Çeşme'ye gidemez olmuştur bu sebepten İzmirliler. Bozcaada talan edilmiştir mesela. Tatil için gittikleri yerde yerel hayatın dinamiklerini çok umursamazlar. Neticede oradaki insanlar, oradaki tesislerde çalışıp onlara hizmet edecek kişilerdir sadece. Para ile herşeyin olabileceğini düşünürler.  Aslında iş hayatlarında saçma bir yoğunluk ve yorgunluk içerisinde çalışırlar. Bu nedenle bu yoğunluk, sosyal hayatı da etkiler. Her hafta sonu uçakla Bodrum'a veya Çeşme'ye gidip, pazar sabaha karşı uykusuz bir şekilde iş başı yapanlar çoktur. Bu şekilde düzensiz ve kaotik yaşam, beraberinde tüketim ve rastlantısal bir hayat tarzı getirir.
Aslında yukarıda bahsettiğim cemiyet, bir gösteriden ibarettir. Güzel kostümlerle herkes bir figüran gibi aynı rolü oynar."...ar gibi görünmek" bu cemiyeti güzel ifade eder. Hoşlanmadığınız şeyleri yapar gibi görünmeniz gerekir.
Bir de şöyle bir düşünceleri vardır; bu cemiyet dışında kalan insanlar cahildir, düşünemez ve kendileri karar veremez. Korkarlar aslında o insanlardan. Belki de tanımadıklarından. Mesela bir çoğu gitmemiştir Anadolu'ya. Sosyal medyada okudukları provokatif de olsa herşeye inanmaya meyillidirler. Yeter ki, kendi düşüncelerine uygun olsun.
Yukarıda bahsettiğim analiz sadece ama sadece benim gözlemlerime dayanıyor ve kişisel bir görüş. Belki bir sosyolog daha bilimsel ve objektif sonuçlara varabilir.

Gözlem 2:
Mekan : Pendik
Zaman: Cumartesi
Analiz:

Bir cumartesi pendik merkezde dolaştığınızı düşünelim. Öncelikle gördüğünüz ve farkedeceğiniz şey bir telaşedir. Dükkanlara yüklenen mallar, korna çalan ve trafik kurallarını hiçe sayan şoförler. Kısacası kaotik ve rastlantısal bir hayat vardır. İnsanlar gülmezler. Bir düşünceli hal ve kaygı vardır aslında. GSMH 10000$ civarıdır. Cumartesi günü Pendik'teki pazara gelir insanlar. Ucuz olduğu için tabi ki. Ekonomi hayatın önemli bir öğesidir. Hatta en önemlisi. Toplu taşıma kullanılır. Taksi kullanılmaz mesela. Dışarıda yemek yemek ekseriyetle pazara inildiğinde olur. Bir pideciye gidilir mesela. Memleket meseleleri çok fazla konuşulmaz aslında. Yukarıdaki diğer cemiyet üyelerinin tersine insanlar biraz daha pragmatik bakar. Devlete güven daha fazladır. Ülkenin durumu onlar için işlerinin olup olmadığına veya kazandıkları maaşa göre değişir. Aslında ekonomi odaklı bir yaşam tarzıdır yaşadıkları. İnanç çok önemlidir hatta vazgeçilmezdir. Mesela, Cuma namazları kaçırılmaz. Bayram namazları da. İçkisiz mekanlarda yemek yenilir. Onlar için nezih mekan; içkisiz, aile ile oturulabilen, ramazanda iftar organizasyonu yapan, ezan okununca müziğin sesini kısan mekanlardır. İçki içilmez, hoş karşılanmaz. İçki içene çok karışılmaz ama cemiyetin içine çok da dahil edilmez. Tatile çok uzaklara gidilmez. Pazar günleri tatil yapılır aile ile. Genellikle mangal. Herhangi bir yeşillikte mangal yapılabilir. Araba olarak genellikle panelvanlar tercih edilir. Önyargılarla yaşanır bu cemiyette. Mesela iyi geliriniz varsa bu topluluğa ait olamazsınız. Bir anda sizi yaftalarlar. Davranışlarınızda hiçbir farklılık olmasa da, sizi onları beğenmemekle suçlarlar. Ayrıca, değişik bir tepkisizlik vardır bu cemiyette. Fikirlerini, düşüncelerini hiçbir şey şekilde söylemezler. Hafif de olsa bir içten pazarlıklık durumu vardır. Bu cemiyete mensup kişiler köye özlem duyarlar ancak köyden kopmuşlardır. Kent yaşamının yoğunluğu ve hızı, hayatta kalabilmek için bu insanları daha uyanık ve bazı noktalarda "çakal" diyebileceğimiz seviyede anasının gözü bir hale getirmiştir.  Hayatlarının tüm aşamalarında bir "yolunu bulma" uğrunda, hemşehricilik, mikro milliyetçilik, aşiretçilik vb.  kısacası yaşamın her noktasına sirayet etmiş, gömgök bir aidiyet duygusu vardır. Herkes herkesin hakkını yeme peşindedir ama kul hakkı görünürde en çok dikkat edilen kavramdır, kırmızı çizgidir.
Onlar gibi olmayanlara hiçbir şey demezler, umursamazlar çünkü. Zira onların gözünde deli gibisinizdir. Mesela mangal yaparlarken siz yanlarından bisiklete binerek geçtiğinizde, size bakarlar. Sadece bakarlar, zira sizi anlayamazlar. Çünkü mangal yapıp oturmak varken, insan niye tayt, kask ve eldiven giyip bisiklete biner ki? Onlara bulaşmadan yanından geçip gidin yeter. Muhafazakardır bu cemiyet. Ramazanda oruç yersen, azarı işitirsin hatta dayak bile yiyebilirsin. Haremlik, selamlık oturulur otomatik olarak. Öyle bir ayrım kendi kendine oluşur.

Yukarıdaki iki gözlem, aynanın iki tarafını gösteriyor. Birbirinden kopuk görüntüleri. Birbirini anlamayan, anlamak da istemeyen, umursamayan bir Türkiye görüntüsü. Ülkemin böyle olmasını istemiyorum. Aynanın iki tarafındaki görüntünün birbirine daha çok yaklaşmasını, tanımasını, güvenmesini istiyorum. Bu nasıl olacak? Öncelikle, ilk gözlemdeki cemiyet bireyselliğin aidiyet duygusuna ağır bastığı bir cemiyet. İkincisi ise aidiyet duygusunun bireyselliğe ağır bastığı bir diğer cemiyet. Bu ikisini optimum noktaya getirmek için yapılması gerekenler elbette var. Bir sonraki yazımda biraz da bu konulara değinmek istiyorum.


1 yorum:

Tarihçi Homeros dedi ki...

Bir de Anadolu'nun küçük bir ilçesine git,onlarla konuş, saflıklarına,kandırılmışlıklarına, samimiyetlerine bakar üzülürsün.