
M.S 117 yılındayız. Roma imparatoru Trajan ölmüş ve yerine ölüm döşeğinde ardılı ilan ettiği Publius Aelius Hadrianus geçmiştir. Nerva ile başlayan Nervan-Antinouan hanedanı devam etmekte bir şekilde o hanedana bağlı olan bir imparator daha gelmiştir. Peki yeni imparator genişleyen imparatorluğu koruyabilecek midir? Ya da Roma'nı altın çağını devam ettirebilecek mi? Hadrian bu sorularla Roma Kartalının ve SPQR'nin başına geçmiştir. Fatih Trajan'ın koruması altında bir çok cephede askerlik sanatı icra etmiş bir komutan olarak öne çıkmıştır ilk başlarda. Daha sonra ise sanata bakışı, Antik Yunan medeniyetine aşırı ilgisi ve imparatorluğun stabilitesini korumak yönündeki arzusu ile bir çok yönlerden parlayacaktır.
Roma imparatorluğu sınırlarda bir doyum noktasına ulaşmış ve artık doğal sınırlarına ulaşmıştır. Doğuda İran kökenli Partlar, Güneyde Africa eyaletinin vahşi kabileleri, Balkanlarda yani Dacia (Bugünkü Romanya), ve Pannonia (Bugünkü Macaristan) da Germen ve Got barbarlar, Kuzeyde Britanya eyaletinde Britonlarla çevrili bir imparatorluk. Bilinen dünyanın yarıdan fazlası. Ve bütün bu sınırları korumakla yükümlü 300000 asker. Az bir miktar değil mi? Aşağıdaki haritaya bakınca daha net anlaşılıyor.

Tüm akdeniz havzası, batı avrupanın tamamı, balkanlar ve orta doğu. Tehlikeli düşmanlarla çevrili bir imparatorluk. İşte Hadrian tahta çıktığında sınırlar böyle idi. Germania, Pannonia ve Dacia'da Barbar halkların saldırıları gittikçe artarken, doğuda Partlar ağır zırhlı süvarileri ile mesopotamia bölgesini karıştırıyorlardı. Hadrian'ın ilk tutumu gayet ileri görüşlü idi. Öncelikli olarak sınırları genişletme politikasından vazgeçmek. Roma zaten en verimli, en refah ve en güvenli topraklara sahipti. Bundan sonra olacak bir genişleme sadece gereksiz savaş masrafları demekti. Bu amaçla ilk olarak Trajan tarafından Mesopotamia bölgesine gönderilen lejyonlar geri çekildi. Ayrıca Armenia bölgesinden çekilen lejyonlar da Samosata ve Nicopolis karargahlarına yerleştiler. Doğu sınırı artık savunması daha kolay bir hatta çekilmiş oldu. Ardından yüzünü batıya dönen Hadrian, Tuna çevresindeki savunma hattını güçlendirdi. toplamda 4000 km'lik bir savunma hattı berkitildi. En nihayetinde ise kuzeyde, Britannia'da kendi adı ile anılacak meşhur duvarı inşa ettirdi.
Bir tarafta antik Yunan hastası, sanatsever bir imparator ve bir tarafta da sonu gelmez askeri çözümler bulan bir komutan. Hadrian gerek Julio-Claudian gerekse Flavian hanedanındaki bir çok imparatorun hayatlarını savaş meydanlarında geçirdiğini biliyordu. Hatta bunu en yakını Trajan'da bizzat tanık olmuştu. Belki kendisi savaştan çok kişisel ilgilerine yoğunlaşmak ve belki de kendisinin savaş değil barış imparatoru olarak anılmasını istemişti. Hangi Roma şehrine bakarsanız bakın, Hadrian'a ilişkin bir eser bulursunuz. Ancak bu eserlerin çok azı bir zafer anıtıdır. Aphrodisias'da Hadrian hamamı, Britannia'da Hadrian duvarı, Attalia'da Hadrian kapısı, Sagalassos'da dev Hadrian Colossus'u. Görüldüğü gibi hemen hepsi farklı yapılar. Ancak yapılma amaçları aynı. İmparatoru onurlandırmak. Niye? Çünkü Hadrian ömrünün dörtte üçünü sınırlarda ve imparatorluğu gezerek geçirmiştir. Yani herşehirde bir anısı vardır. Her yerde bir ayak izi adeta.
Resim 1 Kaynak: British Museum
Resim 2 Kaynak: wikipedia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder