3 Haziran 2010 Perşembe

Anıtlarımız ve heykellerimiz nerede?

Hep dikkatimi çekmiştir. Bizim ülkemizde büyük çapta devasa anıtları göremeyiz hiç bir yerde. Bir Anıtkabir vardır o da hakettiği üzere Atamız için. Ancak neredeyse dev gibi, heybetli heykeller ve anıtlarımız yoktur bizim. Belki eskiden beri gelen bağnazlıktan heykele olan duruşumuz değişmedi, belki gereksiz gördüğümüzden ama durum böyle. Bizim ülkemizde bakında kendimizden geçeceğimiz, tarihimizi, ne olduğumuzu bize hatırlatırken, turistik bir kazanç da sağlayan heykellerimiz yok.

Halbuki ben ne kadar çok isterdim, onbinlerce yıllık tarihi olan Anadolu'muzu güzel anıtlarla, heykellerle süslemeyi. Düşünün bir kez İstanbul'da Çamlıca tepesine ya da başka herhangi bir tepeye heybetli bir Fatih heykeli koymayı. Ya da Malazgirt ovasında bir Alparslan heykeli yanında da mermerden bir şehit anıtı. 85 metrelik bir heykel olduğunu düşünün. Adeta topraktan canlanmışcasına orada duran. Ya da hep bahsettiğim Frig vadisi Türkmen dağı civarına büyük bir ana Tanrıça Kibele heykeli koymak. Sanki hep onun korumasındaymışız gibi.

Bugün gazetede okudum, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın Çanakkale boğazının girişine 70-80 metrelik bir Hektor heykeli yapma fikri varmış. Gerçekten takdir ettim. Güzel bir düşünce. Kendimi düşünüyorum da, ne kadar duygusal bir an yaşardım Çanakkale boğazına girerken karşımda beni karşılayan büyük Anadolu kahramanı Hektor'u görmek! Tabi ki bu fikri karşı hemen antitezler çıkıyor. Yok şehitlerimize saygısızlık olur yok efendim başka bir şahsiyet bulunamadı mı gibi cahilce yorumlar.

Şimdi efendim bir kere eğer bu ülkede yaşıyorsanız sadece 1071'den sonrası değil tüm Anadolu'nun tarihinin mirasçısı olursunuz. Hektor'u da bu sebepten dolayı sahiplenmeliyiz. Bence doğru bir seçim. Öte yandan şehitlerimize nasıl bir haksızlık olabilir ki! Hektor ki onbinlerce yıl önce aynı yerde aynı düşmana karşı vatan savunması yapmıştır aynı bizim aziz şehitlerimiz gibi. Bence tam tersine oraya bir Hektor heykeli koymak tam tersine o kutsal ve aziz şehitlerimizi onurlandırmak olacaktır.


26 Mayıs 2010 Çarşamba

Frigyalı'dan...

Dağlık Frigya'nın gür meşe ormanlarından gelirim ben. Anadolu'nun yollarının uzağında, en ıssız ve en yalnız görünen topraklardan... Yüzyıllardır ihmal edilmiş, unutulmuş, sessizliğinde bir çığlığın boğulabileceği kutsal düşler diyarından.

Yüzyıllar boyu en aşırı özgürlüklerin ve en sapkın inançların beşiği olarak bilinse de şimdi dinginlik içerisinde geçmişini özlemekte. Toprak Ana'nın her bahar doğuşu ile kutsanan Frig diyarı uzun zamandır soğuk bir nefes gibi. Gidenler gelmedi geri. O eski yüzyılların hareketli zamanları yok artık. Ana Tanrıça'nın davullar ve flütlerle geçen ayinleri artık yeraltına indi. Toprak hala anamız ancak evlatlarından yoksun kalmış. Kutsal Vadi sadece ana yolların uzağında bir kaç köyü barındıran ıssız, uzak bir viranelik oldu.

Frigya eski zamanlarından uzakta. Pessinus'un kutsal taşı Roma'ya gönderildiğinden beri bizim topraklarımızın ışığı sönmeye başladı. Batı önce bizim inançlarımızı aldı daha sonra da kendi inançlarını sundular. Alamazdık ve almadık. Bunun tek etkisi yüzyıllar boyu sürecek yalnızlığımızı tetikleyen bir içine kapanıklık oldu. Frigya'nın dağlık bölgelerine çekildik ve bir süre o şekilde durduk ve etrafımız seyrettik.

Kendilerine Kelt diyen bir kavim gelmişti ta Romalılardan önce. Önce yabancıydılar bize. Binlerce, onbinlerce insan sürüsü, kadın, çocuk geldiler. Ulu ırmak Sangarios'un köpüklü sularında yıkanırken gördük onları ve kutsal meşe ağaçlarımızın altında dua ederken tanrılarına. Ve böylece kabul ettik onları. Çünkü onlar ağaçları seviyorlardı. Orman'ı tanrılarının evi olarak görürlerdi tıpkı bizim tüm doğayı Ana'mızın evi olarak benimsediğimiz gibi. Hiç dokunmadılar bize, biz de onlara. Güçlüydüler, hareketli ve yağmacıydılar ama bize karşı adaletliydiler. Diğer komşularına göstermedikleri bir saygıyla eğiliyorlardı önümüzde. Pessinus'un kutsal tapınağını tekrardan inşa ettiler. Her sene yüzlerce genç Kelt rahip olmak gelirdi Pessinus'a. Keltlerle yüzyıllar boyu anlaşmaya devam ettik. Sonra Makedon-Yunanlar geldiler. Biz savaşmayı pek sevmediğimiz için genelde Keltler savaşırlardı. O yüzden Yunanlılar sevmediler hiç bir zaman Keltleri. Hep savaş oldu aralarında. Sonra bir gün Romalılar geldiler, kırmızı pelerinli lejyonları ile, barış getirmekten bahsederken herşeyi yıktılar. Keltler boyun eğdi. Sonra kutsal taşı aldılar. O günü hatırlarım dün gibi. Sıra sıra Frig kadınları tapınağın merdivenlerinde ağlıyor, dövünüyorlardı. Tüm rahipler suskundu. Kutsal taş her çıkarıldığında ayinler olur, davullar ve ziller çalar Tüm Frigya kendinden geçerdi. O gün yas vardı. Kutsal taşımız Roma'nın yaralı kartalına yardıma gidiyordu. Ama bir gün gelecekti geriye.

Romalılar biz pek dokunmadılar. Keltlerle araları iyi olduğundan onlara da dokunmadılar. Ama sevmezdik Romalıları. Küstahtılar, vahşidiler. Kendilerinden olmayanlara yaşamayı men ederlerdi. Belki biz Ana Tanrıça'mızdan dolayı şanslıydık. Keltlerle karışmaya başladık. Onlar bizim evlerimizi biz de onları kıyafetlerini ve bazı adetlerini benimsedik. Güzel bir kardeşlikti bu. İyiki de olmuş!

Sonra Roma'nın kartalı doğuya kaydı. Düzen bozuldu, salgınlar, depremler oldu. Frigya sessizleşti. Biz dağlara, bizi daima koruyan kutsal vadimize döndük. Sonra bir gün Doğudan uzun saçlı, ata yapışık bir şekilde dolaşan, savaşçı bir kavim geldi. Önce korktuk. Çünkü tüm Küçük Asya gibi Frigya'da büyük bir mezarlık gibiydi. Romalıları darmadağın ettiklerini duymuştuk. Gelenler Türklerdi. Önceleri bize bir şeyler yapmadan çekip gittiler. Bir süre sonra bir daha geldiler bu sefer kadınlar ve çocuklar da geldiler. Gelenekleri Keltlere ve bize benziyordu. Rengarenk elbiseler giyerdi kadınları. Erkekleri ve kadınları hep beraber oturur müzikli eğlenceler yapardı bizim gibi. Önceleri hiç bulaşmadılar bize sonra. Onlar zaten göçebeydiler ve çadırda oturuyorlardı. Yazlara yükseklere gelir, kışları ovalara inerlerdi. Sonra bir gün başlarındaki biri geldi ve bizden ev yapmalarına yardım etmemizi istedi. Çünkü bilmiyorlardı. Biz de yardım ettik. Kilden yaptığımız tuğlalarla yardım ettik onlara.
Yavaş yavaş kaynaşmaya başladık. Zamanla inançlarımız da karıştı ve iyice birbirimize benzemeye başladık. Onların dilini konuşmaya başladık. Yıllar yüzyıllar geçti, Romalıların oğulları geldi, bu sefer tek bir millet olarak savunduk topraklamızı. Kutsal Frigya bu sefer Romalılara teslim olmadı. Bir daha da olmayacak.

Böylelikle bugüne geldik. Dağlık Frigya artık ıssız, yalnız. Eski günler geri gelmiyor. Kutsal ana tanrıça ayinlerimiz, bahar törenlerimiz, Keltlerin Dru Nemeton'daki Ağaç kutlamaları... Artık zamanlar geride kaldı.

Geriye sadece sessiz bir fısıltı kaldı kutsal vadide dolaşan...