
M.Ö. 290. Küçük Asya hala acılı. Yaraları sarılmamış. 40 yıldır bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar heryeri yiyip bitirmiş. Hititlerin, Friglerin insanları tükenmiş bir durumdalar. Bir taraftan Büyük Seleucos bir taraftan Antigonos Monophthalmus diğer taraftan da Lysimakhus ve Ptolemaios. Ve bunların oğulları, prensleri. Herkes heryerde ve hiçbir yerde. Ordular birbirini kovalarken milletler birbirlerine karışıyorlar. Kararsızlık ve düzensizlik heryerde. Tam bunlar olurken, uzaklardan kıyametin sesleri geliyor. Apollon'un çocukları batıdan geliyorlar, tüm vahşilikleri ile. Arkalarında hiçbirşey kalmıyor. Tapınakları yıkıyorlar, rahipleri öldürüyorlar. Güzel heykelleri ile tapınaklarını süsleyen Grekler ile alay ediyorlar. Fısıltılar kulaktan kulağa dolaşırken, kimse onların isimlerini ağızlarına almıyordu. Kimdi bunlar?
Gelenler Galatlardı.
Esas olarak Galat diye nitelendirdiğimiz halk, daha bilinen ismi ile Keltlerdi. Yani herkesin İrlandalıların, İskoçların ataları olarak bildiği halk. Galat ismi, Greklerin onlara koyduğu isimdir ve Grekçeden gelmedir. Peki izlerine hep Avrupa'da rastladığımız veya bir şekilde orası ile ilişkilendirdiğimiz Keltlerin bizim Anadolumuzda veya Antik adı ile Küçük Asya'da ne işleri vardı? Bunun için onların Anadolu'ya geliş hikayelerine bakmamız gerekiyor.
İlk yurtları Kuzey Almanya ile Hollanda arasında o zamanlar büyük ormanlarla kaplı bölge idi. Zamanla artan nüfusu besleyemeyen bölge dar gelmeye başladı. Ve böylelikle her yöne doğru bir göç başladı. Bir kısmı Güneye gittiler ve Liderleri Brennos Romayı dize getirdi. Roma'ya girmemesi için yalvaran ve altın teklif eten Romalıların terazisine kılıcını atarak, "Vae Victis" (Yazıklar olsun yenilenlere!) demesi tarihe geçmiştir. Bir kısmı Doğuya gitti, Makedonyaya girmeyi denedi. O zaman karşılarında İskenderi buldular. O zaman Zeus'un oğlu değildi, sadece Kral Filip'in oğlu idi. İskender onları Tuna'ya kadar takip etti. Bir kısmı batıya gittiler ve Sezar'ın Galyalıları oldular, Vercingetorix'in yenik Galyalıları. Bu sınırlar bir süre Keltleri bu şekilde tuttu. Ancak göçebe idiler. Yurt arıyorlardı. Aynı Türkmenler gibi. Nasıl ki Türkmenler dalga dalga göçler ile geldiler. Keltler de ikinci göç dalgasına başlıyorlardı. Ne var ki bu Küçük Asya'ya yapılan ne ilk göçtü ne de son göç olacaktı.
Artık İskender yoktu. Makedonya'nın Falanksları birbirlerine düşmüşlerdi. Grekler her zamanki gibi tapınaklarına sığınmışlardı. Bir göç dalgası üç Kelt kabilesini Küçük Asya'ya doğru yönlendirdi. Delphoi şehrindeki yenilgiden sonra bazı kabileler geri dönmüş Tolistobog, Tektosag ve Trocmi adı verilen 3 kabile Küçük Asya'ya doğru yollanmışlardı.

Aralıksız savaşlar, yengiler ve yenilgiler... İskender'in küstah kumandanlarının torunlarıyla olan bitmeyen savaşlar. Evet, yağmacıydılar, korkunç görünümleri vardı. Ama temizdiler. Greklerdeki ve İrani kavimlerdeki sapıkça ve aşırı adetleri yoktu. Duruydu inançları ve tanrıları. Dünyaları yarattıklarına inandıkları tanrılarını insanlar gibi heykele dönüştüren Greklerden nefret ediyorlardı. Bu sebeple İyonya'da pek duramadılar. İçerilere doğru ilerlediler. Sangarios ırmağının köpüklü vadilerinden geçerken ana Tanrıça'nın gür meşe ormanlarını gördüler. Yaklaşıyorlardı. En sonunda Yaylaya çıktılar. En acımasız vadiler ile korunan Ulu yaylaya. Kuzeyde Sangarios güneyde de Maiandros ırmağını vadileriyle ve uludağlarla korunan bu yayla ancak onlara yurt olabilirdi. Oldu da. Yollarında bazı köylülere rastladılar. Anlaşılmayan bir dil konuşuyor, değişik başlıklar takıyorlardı. Frigleri tanıyamadılar ancak tanrıçalarını tanıdılar. Meşe ormanlarının Aslanlarıyla koruyan yüce Kibelelerini.
Yayla'nın uçsuz bucaksız bozkırları artık sahiplenilmişti.
Yayla artık Galatlarındı.